Uçaklar havalanırken gökyüzüne içlerinde hem büyük bir heyecan, hem de büyük bir mutluluk vardı. Ancak gönüllerinin bir köşesinde, geride bıraktıklarıyla bayram edemeyecek olmanın hüznü kanıyordu ince ince.
Adana’dan, İngiltere’den, Belçika’dan, Hollanda’dan yola çıkan vefalı fedakar bir grup Anadolu insanı, bu Kurban Bayramını yurt dışında yaşamayı kararlaştırmıştı. Beraber çay içip, hasbihal ettikleri nur yüzlü can yarısı ağabeyleri, bu bayramı Orta Asya’nın Kırgızistan’ında geçirmeyi teklif ettiklerinde kabul eder bu civanmert gönüller.
Yollar ırak mı, gidilecek yer kurak mı, geride kalanlar ağlamaklı mı diye düşünmeden, davete “evet” diyen bir grup fedakar Anadolu insanı.
Uçaklar yavaş yavaş geride bırakırken yeryüzünü, onlar belki de kendilerini ötelerde kanatlandıracak bir amelin failleri olarak koltuklara yapışmış durumda, varılacak menzile kilitlenmişlerdir.
Dedik ya, gönüllerde hem heyecan vardır hem mutluluk…ama bir yandan da bir burukluk. Yıllardan beri beraber bayram ettikleri yardan, anadan, babadan ve can evlatlardan ayrı bayram kutlayacak olmanın burukluğu.
Başta Türkiye olmak üzere, Avrupa’nın çeşitli ülkelerinden kalkıp dünyanın farklı coğrafyalarına uçan yüzlerce uçakta, binlerce insani melek… Hepsinin derdi aynı, tasası aynı, gayesi aynı, şuuru aynı, hedefi aynı binlerce melek.
Varılacak noktada; nefessizlere nefes olmaya hazır, pörsümüş gönüllere soluk olmaya hazır, acılara ortak olmaya hazır, yüreklerini bölmeye hazır binlerce insani melek.
Çaresizliğin Everest olduğu, ümitlerin Guam Çukurlarına düştüğü topraklarda, yüreği yananlara buz olup, yangını söndürmeye hazır olan binlerce insani melek.
Kimsenin olmadığı, olamadığı, herkesin kaçtığı yerlerde; insanlık hatırına, inançları hatırına, öğrendikleri hatırına, duydukları hatırına ve Allah’ın hatırına “biz varız” demeye hazırlanan binlerce insani melek.
Üç beş kurbanla, birkaç kilo etle paylaşım mı olurmuş diyenlere inat, kıyıdan kuruyan denizyıldızlarını görüp tek tek denize fırlatan vefakar adamın yaptığı gibi yapmaya aht etmiş “işte bunun için fark etti” demeye hazır binlerce insani melek…
Kırgızistan’ın başkenti Bişkek’e inen uçak, taşıdığı gönül erlerini, vazife yerine ulaştırmanın rahatlığı ile meydanda dinlenirken, bizim yiğitler kendilerini karşılayan Türk kolejlerinden yetkililerle kucaklaşır. Bu kucaklaşma; “Size ve Sizin gibilere buralarda çok ihtiyaç var” demektedir. “Bu bayramı unutamayacaksınız” demektir. “İyi ki varsınız” demektir.
Ata yurdu olsa da, kendileri için gurbet sayılan Kırgızistan’ın Kızılkaya ve Narın şehirlerinde bayramın ilk gününü yaşamaktadırlar. Yaşadıkları ülkelerden topladıkları kurban paralarıyla burada kurbanlar alınmış ve kendilerine verilen isimler adına da birer birer kesilmiştir kurbanlıklar.
Kesilen kurbanların kanı dökülürken yere, bilmezler günahlarının yıkandığını. Bilmezler belki de o al kan daha yere düşmeden Allah’a isimlerinin bildirildiğini. Fark etmezler kendilerini meleklerin seyredip birer birer not ettiğini. Görmezler, melekût aleminin kutlu varlıklarının kendilerinin fotograflarını çektiğini. Onlar tekbirler getirip ta gönülden kurbanları keserken tek tek, onlar amel defterlerine not düştüklerini de fark etmezler.
Bir yanda “Allahu ekber Allahu ekber”ler… Diğer yanda bekleşen gönüller.
Bir yanda, binlerce kilometre öteden koşup gelmiş yiğitler… Diğer yanda yiğitlerin soluğuna muhtaç çekik gözlüler…
Parçalanır etler. Poşetlenir güzelce. İş yeni başlamaktadır.
Bayramlıklarını giyerler hepsi ve düşerler yollara. Çalarlar birer birer korkudan sinmiş kapıları.
Kapı aralığından korkuyla başını uzatan kardeş Kırgızlara verilen selam… Ardından gelen bayram tebriği… Ve uzatılan bir parça kurban eti.
Değişen çehreler. Gülen gözler. Duaya dönen diller… Ve akan gözyaşları.
Bir değil iki değil… Yüzlerce kapı çalınır aynı anda.
Daha bir kaç ay önce bir iç savaş yaşamış Kırgız kardeşlerimiz, kendilerine uzanan bu eli boş çevirmek istemez. Kendilerine kurban eti getiren bu gönüllere, “yok”un bol olduğu evlerinden bir şey ikram etmek ister çekik gözlü Kırgızlar.
Elde bir şey yoktur, bellidir bu. Fakirlik zirvededir, bellidir bu. Ev fakirdir ama gönüller zengindir, bellidir bu. Açarlar evlerini. Buyur ederler yiğitlerimizi içeri.
Ev demeye bin şahit isteyen evlerine davet ettiklerinde, kıramaz yiğitler onları. Dalarlar daracık barakalara, oyuklara, mahzenlere, zindanlara, ahırlara. Kırılır burunlarının direkleri ama Allah’ın hatırı vardır. Onun için gelmişlerdir. Ve paylaşmaktır gayeleri sahip olduklarını. Kabul ederler, o kırık dökük mekanlarda kendilerine ikram edilen ekmekleri, suları. Zira Atayurt insanı da asildir, kendileri gibi; kendileri de onlar gibi…
Bir kapıyı çalarlar. Yaşı 70’i az geçmiş bir Kırgız ana açar.
Yüzünde acı. Yüzünde keder. Yüzünde elem. Yüzünde yalnızlık vardır yazılı.
Tanıtınca bizim yiğitler kendilerini koyuverir kendini. Dökülür gözyaşları ta derinden çıkarak. Bizimkiler de ağlaşır.
Yaşlı Kırgız ananın ardında iki bebe. Biri 3-4, öbürü 4-5 yaşlarında iki, sevimli minik yüzlü Kırgız çocuk. Üstleri perişan. Duruşları perişan. Bakışları yalnızlık ve yoksulluğu anlatmakta adeta el uzatılmasını haykırmaktadır.
Uzatılan et paketini alır kadın. İçeri buyur eder. Ama içler acısıdır evin hali. Girerler.
Bir örtünün altından bir parça ekmek çıkartır yiğitlere ve bölüştürür onlara. “Bu da benim ikramım” diyerek.
Geçer karşılarına. Dinler onları bükülmüş beliyle. Onlar kurbandan, Allah’tan, ibadetten, paylaşmadan bahsettikçe gözyaşı döker. Ama diyeceği bir şey vardır sanki. Çok daha önemli bir şeyi söylemek için fırsat bulmuştur sanki Kırgız ana.
Susunca bizim yiğitler, o izin ister konuşmak için. Gözleri yaşlı başlar halini ve çocukların durumunu anlatmaya. Alır o iki gül yüzlü Kırgız bebeği yanına. “Önce babaları, sonra da anaları terk etti” der yaşlı kadın. “Sizden ricam nolur bu çocukları Siz alın ve Sizin gibi olsun bunlar da. Siz alın, Siz sahip çıkın ki bu yavrularımıza benim gibi ağlamasınlar bir daha…” deyince bizim yiğitler de başlar ağlamaya.
Söz verirler Kırgız nineye. Söz verirler kendilerine. Söz verirler kendileriyle beraber evleri dolaşan Kırgız yetkiliye.
Gün akşama kaymaktayken, onlar gönüllerinde heyecan, mutluluk ve ince ince kanayan bir insanlık yarasıyla, çalınacak kapılara kaymaktadırlar…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder